karsiti kamuoyu olusturmak için Kahire ve Iskenderiye'deki Ingiliz ve Amerikan konsolosluklarini, kültür ateseliklerini, sinema ve kamu binalarini bombalatti. Ancak skandal ortaya çikinca BM tarafindan kinandi.
Tam bu dönemde Misir'in Israil karsiti fedaileri egitineye baslamasi ve Nasir'in önderliginde güçlenmesi Misir'in isgalini gündeme getirdi. Nasir derhal "olaganüstü tehlikeli fanatik" olarak gösterilmeye baslandi. Zaten Amerika ve batinin çikarlarina aykiri her harekete karsi gelistirilen ideolojik savasin en önemli stratejilerinden biri lideri (Castro, Humeyni, Nasir, Saddam) ya da hareketi "irrasyonel, tehlikeli, fanatik" olarak göstermek olmustur, hala da öyle devam ediyor.
1956'da Israil Misir'a girdi. 1967'ya kadar Süveys kanalina kadar Misir topraklari, Suriye'ye ait Golan tepeleri Misir idaresindeki Gazze seridi, Kudüs, Bati Seria isgal edildi.
Bu yenilgiden sonra 1964'te kurulan FKÖ, ilk zamanlardaki Arap milliyetçisi tutumunu degistirdi. Arafat liderliginde Fetih ve FKÖ içerisindeki sol siyasetler Filistin'in bagimsizlik mücadelesinde yeni bir dönem baslatti. Diger Arap ülkelerinden bagimsiz bir örgütlenmeye gittiler. Filistin'i merkeze almayi hedeflediler. Bu yeni olusumun ilk talebi Filistin'de Yahudilerin ve Araplarin birlikte ve esit sartlarda yasayabilecekleri demokratik bir halk cumhuriyeti önerisiydi. Gerilla mücadelesi yaninda verilen bu "siyasi ve diplomatik mücadele" FKÖ'nün uluslararasi alanda kendine bir yer bulmasini sagladi. FKÖ'yü Israil ve ABD disindaki tüm ülkeler Filistin balkinin temsilcisi olarak tanidi. Aslinda Filistin için bu verilebilecek en büyük tavizdi.
Israil de karsi atagi seçti ve bir yandan Bati Seria'daki kolonizasyon birimlerinin sayisini artirirken, diger yandan da Gazze seridi ve Bati Seria'da sinirli özerkligi olan bir sivil idare önerdi. Böylece isgal edilen topraklari yerel çikarlarin muhafazasi için bölüp yönetecekti, Filistinlilerin topluca organize olmalannin da önüne geçilmis olunacakti, Dünyanin gözünün Filistin'e çevrilmis olmasi önceki gibi toplu katliamlari mümkün kilmiyordu. Israil de bu gibi gelistirdigi daha pek çok stratejiyle aslinda pek bir etkinligi olmayan Filistin yönetimim de kendine baglamisti. Düzen ve idare kanunlarim tüm Israil topraklarinda uygulayarak ve askerî bir yönetim kurarak tüm hakikî yetki ve idareyi orduya transfer etti. Böylece egitimden tarima, vergiden güvenlige, su kullanimindan mülk alim satimina kadar Filistinlilerin tüm toplumsal hayati emir komuta zincirine baglandi.
1977'de Nasir'in ölümüyle basa geçen Enver Sedat kaybettigi topraklari düsünerek Israil'le baris yolunu seçti ve Camp David anlasmalari akabinde topraklarim geri aldi, ancak Israil'i de tanidigini ilan etti. Böylece Israil Misir'i nötralize etmis oldu.
FKÖ önceleri Ürdün'de aktifti, sonra, güneyinde 300.000 mültecinin yasadigi Lübnan'da mücadeleye devam etti. Bu bölgede Israil tarafindan Hristiyan Güney Lübnan Ordusu kuruldu. Bu ordu FKÖ'ye karsi savas veriyordu. Zamanin Likud hükümeti savunma bakani Ariel Saron siddetli antipropaganda ile FKÖ'nün gözden düsmesini saglamaya çalisiyordu. Sanki hiçbir sebep yokmus gibi direnisi dis mihrakli FKÖ'ye bagliyordu. Devlet tarafindan planlanan kolanizasyon politikalari da kendilerine ayrilmis toprak parçalarina sigmayan Yahudi yerlesimcilerin gayri nizami yerlesme çabasi olarak gösteriliyordu.
Basbakan Begin ve savunma bakani Ariel Saron Lübnan'i isgal edip FKÖ'yü sürme ve Beyrut'ta Israil yandasi bir hükümet kurma planlari yapiyorlardi. 1978'de Israil 1000 Filistinli'yi öldürüp, onlarca Lübnanli'yi surup, güney Lübnan'i isgal etti. FKÖ kamplari bombalandi. 1981'de Amerika'nin oraya gitmesi ile ateskes ilan edildi.
Bu arada Londra'da Israil Büyükelçiligi'ne bir saldiri düzenlendi. Israil'in bekledigi de buydu ve Saron'a bagli ordu Beyrut'a girdi. Israil'in en kanli operasyonu ile 10.000 kisi katledildi. Yine Saron'un parmagiyla Sabra ve Satilla'daki kamplara sokulan 150 Falanj gerillasi gece gündüz çalisarak, kadin ve çocuklardan olusan 3000 Filistinli'yi öldürdü. Bu Israil kamuoyunda bile tarihin en büyük gösterilerine sebep oldu. Begin Saron'u savundu, Saron istifa etmedi, sadece baska bir yere atandi.
1987'de Filistin tarihinde yeni bir sayfa demek olan "intifada" basladi.
1989'da FKÖ sürgünde Filistin Devleti'ni ilan etti. Israil ve Amerika disindaki ülkeler tarafindan tanindi.
1991'de Madrid konferansi ile Filistinliler FKÖ tarafindan temsil edilmeyecekler ve delegasyonlari Ürdün tarafindan nötralize edilecekti. Bu görüsmeler sirasinda da Israil stratejisi degismedi.
1992'de bir yil içinde baris sözü veren Kabin hükümet kurdu. Degisen bir sey yoktu. Halk Yahudi yerlesimcilerle çevrili kocaman hapishanelerde yasiyordu adeta. Bu sirada Oslo'da Israil ve FKÖ arasinda gizli görüsmeler basladi. 1958'de son halini alan anlasmada FKÖ'ne kismî özerklik veriliyordu. Siyasî egemenlik, Kudüs'ün gelecegi gibi konular söz konusu bile edilmedi. Pek bir degeri olmayan diger kararlar da Israil'in stratejik muglaklik siyaseti ile istedigi sekilde yorumlanip ihlal ediliyordu. Tüm bu süreçle FKÖ Israil'in varligim tanimis, karsiliginda ise sadece Arafat'in Filistin balkinin temsilcisi olma hakkini kazanmisti. Filistin balkinin haklarinin lafi bile edilemiyordu. Bu anlamda ne ufak bir istek bile görüsmelerin sonlandirilmasiyla tehdit ediliyordu.
FKÖ'nün artik yapamadigi mücadeleyi Hamas yürütüyordu. Siklasan Yahudi saldirilari Hamas ve Hizbullah'in iyice güçlenmelerini sagladi. Israil destekli Güney Lübnan orduna karsi mücadele ettiler. Bu direnis tutucu Yahudilerin tavrinin keskinlesmesine sebep oldu. 1996'daki seçimlerde Likud lideri Netenyahu kazandi. Netenyahu Oslo'nun Filistinliler açisindan güdük metnini bile bir taviz olarak görüyordu. Dogu Kudüs'te Israil egemenligini derinlestirme amaçli çevre yerlesim birimlerini artirdi ve Harem eSerifin altina Yahudilerin kullanmasi için bir tünel kazilmagi projesini baslatti. Kutsal yerlere yapilan her tecavüz bir karsi direnisle karsilasiyordu. Her seferinde onlarca kisi ölüyordu.
1999'da Netenyahu hükümeti devrildi. Yerine "baris insani" kod adli Ehud Barak seçimi kazandi. Barak, Israil ordusunu isgal altindaki Güney Lübnan'dan anan baski, direnis ve de askerî basarisizlik nedeniyle çekti. Bu arada Filistin yönetimi gün geçtikçe yolsuzluk ithamlari altinda sarsilmis, önderi Arafat sosyal destegi yitirmisti. Artik Israil kisa bir süre önce tanimadigi Arafat'i oldu bittiye getirilmeye çalisilan "Baris Süreci"nin tek güvencesi olarak görüyordu. Ancak Filistinliler artik Arafat'in bu temsilciligin; istemiyorlardi. Diger baris görüsmelerinden pek farki olmayan 2. Camp David basladi.
En son Ariel Saron'un 1000 Israil askerini Barak'in da onayiyla yanma alarak Kudüs'deki Harem el-Serifi ziyaret etmesi Kudüs Israil'indir mesaji tasiyordu ki, yeni intifadanm baslamasini tetikledi. Saron bu küstahligini Filistinliler için Kibya'ya Sabra ve Satilla'ya girmesinin sembolik bir karsiligi oldugunu çok iyi biliyordu. Ertesi gün baslayan gösterileri bastirmak için Israil askerleri 7 Filistinli'yi öldürdüler. Yaralanan 200 Filistinlinin çogu da ömür boyu sakat kalacakti. O günden beri yüzlerce müslüman Filistinli öldürüldü. Buna ragmen Israil benzeri görülmemis bir kampanyayla masumu zalim gösterme çabasinda. Çocuklarin ölümünden, onlari askerlerin önüne sürenleri sorumlu tutuyor, isgali normallestirip, o askerlerin Filistin topraklarinda ne aradiklari, kendilerine tas atan çocuklara niçin mermi siktiklari; ayni askerlerin, okullari neden bombaladigi ve Filistinli Müslümanlarin hala nasil direnebildigi sorulari hasir alti edilmeye çalisiliyor.
Kaynak: Yürüyüs dergisi, sayi 12, 2002